4 Eylül 2014 Perşembe

Âh şarlatan âh!

"Naifliğine hayranım. Ama meseleyi açıkça tartışmaktan kaçan bir kritik bu. Bilgi ve iktidar ilişkilerini açıkça tartışmadığın gibi, yapıların meselesini de teşhis etmek yerine meseleyi yöneticilerin ahlaksızlığına indirgiyorsun. Yöneticilik zaten ahlaklı icra edilebilecek bir fonksiyon değil ki. Kurumlardan ahlak ve adalet beklemene anlam veremiyorum. Biz neyin cedelini vereceğiz, sen dersinde büyük ve küçük ötekileri va'z ederken neyin cehdini ediyorsun, kendimize gelelim derim. İlim-irfan meselelerinde kimse kimseye hayretmez. Bilgi'de kimin parasıyla okumuştun ki? Burada reklamını yaptığın kurumlar bu ilişkilerden görece beri olabilir. Ama yapısal olarak da öyleleler mi sence? Kaçak güreşmeyelim. Durduğumuz yeri bilelim, belli edelim. Yoksa beyhude bunlar. Derler ki "Süheyb AKDER'deki ders paralarını istiyor". Blogunun ilk yazısı bu ve böyle mi olmalıydı? O kadar büyük büyük laflardan sonra seviyeyi buraya düşürmemelisin.Yeni Türkiye'nin sana ihtiyacı var, dur bakalım. Haydi"

Bir şarlatan böyle yazmış yorum olarak. Diyeceksiniz ki adam şarlatan zaten. Ne diye cevap veriyorsun ki?

Cevap veriyorum, zira bu şarlatanların sayısı epey arttı. Bilhassa Müslüman gençlerin arasında. Bu yüzden bu şarlatanı, talebeler ve akademisyenler arasında her geçen gün daha da hegemonikleşen şartlatanlığın harika bir “misal”i olarak görüyor, ona vereceğim cevapla, kendisinin kastettiği sınıfa da cevap vermiş olacağımı düşünüyorum.

Şimdi cümle cümle gidelim.

1- Arkadaş bizim naifliğimize hayranmış. Peki hayran olduğu naifliğimiz neymiş bu arkadaşın? İslam adına inşa edilen müesseselerimizdeki Müslüman yöneticilerden hakkaniyetli davranmalarını beklemek! Şayet bu naiflikse, Müslüman olmak baştan sona naif olmak demektir. Ve şayet Müslüman olmak naif olmak demekse, naif olmayan hiç kimse Müslüman değildir demektir.

2- Bilgi-iktidar ilişkilerini açığa çıkarmıyormuşum. Eccük Foucault duymuş, yalan yanlış ona dair fikir sahibi olmuş bir şarlatandan ancak böyle bir cümle beklenir. Foucault'dan iki çeşit Foucault zuhur etti. Biri bilgi-iktidar Foucault'su. Bu Amerikan Foucault'sudur. Aptal bir Foucault'dur. Aptaldır zira Foucault'nun bütün eserlerindeki asıl mevzuyu ıskalar: Bilgi-iktidar-Etik. Foucault'nun en büyük meselesi Etik'tir. Bilgi-iktidar çözümlemelerinin amacı da budur. Meseleyi etiğe getirmeyen her türden tahlil, âtıl, bâtıl, ancak cirmi kadar yer yakan söylemler olmaya mahkumdur. Biz de bu yazıda bunu mevzubahis etmişiz zaten. Nitekim mevcut müesseselerdeki ethos'a baktığınız zaman, orada bilgi ile iktidarın nasıl inzimam ettiğini de görürsünüz. Kaldı ki Miller ve bir ölçüde Laclau müessese dediğimiz şeyin baştan sona bir söylem olduğunu söylerken sonuna kadar haklıdırlar. Bir müessesedeki mantığı, rasyoneliteyi, iç işleyişi tahlil ettiğinizde, doğrudan bilgi (söylem) dediğimiz alana girmiş oluyorsunuz.

Diyeceksiniz ki bu müesseselerde bir “resmî” söylem, bir de bu resmî söylemi nakzeden gayr-ı resmî bir söylem yok mu? Var ve biz de tam olarak bunu gündeme getirmişiz. Müessesenin gerçekliğiyle Gerçek'i, fantezisiyle semptomu arasındaki ilişkiyi izhar etmeye çalışmışız. Üzerinde durulması gereken asıl mesele de budur işte. Yorumcu şarlatanımız tipindeki büyük entelektüellerin her gün yana yakıla dile getirdikleri neo-liberal akılın failleri nasıl hegemonize ettiğini, Dardot ve Naval'ın tespit ettiği gibi nasıl da bir faillik, hatta dispozitif haline geldiğini göstermenin, Müslüman müessesedeki ahlaksız yöneticileri teşhir etmekten daha iyi bir yolu olabilir mi?

3- Meseleyi yöneticilerin ahlaksızlığına indirgiyormuşum. Bravo! Yapı-fail diye bir mevzu var malum. Hangisi öncedir, hangisi sonradır diye bir sürü salak tartıştı durdu. Halbuki Hegel'den beri biliyorduk ki bunlar sadece analitik ayrımlardır, ve aralarında bir öncelik sonralıktan bahsedilemez. Ama illa ki bir öncelik-sonralıktan bahsedecekseniz de, bunu -Hegel'in dediği gibi- 'Ben'den başlatmak zorundasınız. Kaldı ki 'Ben' ya da fail dediğimiz şey, müessesenin (yapının) çağrısına her zaman cevap veren bir nesne değildir. Bilakis fail tam da failleşme sürecinin, yapının, çağrının artığı, nüfuz edemediği Gerçek'idir. Fail yapının semptomudur! Bu yüzden asıl mesele müesseseye ve onun ideolojik-resmî çağrısına/söylemine öküz gibi bakmak değil, failin bu çağrıyla nasıl da aynîleşemediğini, nasıl da ahlaksızlaştığını göstermektir.

4- Yöneticilik ahlaklı icra edilebilecek bir fonksiyon değilmiş. Vay be! Herhalde şunu demek istiyor şarlatan kardeşimiz: Müessese failleri o kadar yabancılaştırır ki sonunda her biri Kafkaesk bir dünyanın garip figüranları haline gelirler. Bunu Müslüman olduğunu söyleyen biri söylüyor. O zaman ne diye uğraşıyoruz? Efendimiz aleyhissalatü vesselam yönetici değil miydi? Evini, Medine'yi, ümmeti yöneten muhteşem bir yönetici değil miydi? Madem yönetici ahlaklı olamazdı, o zaman neden ahlakın tecessümü olan bir zat-ı muhterem yöneticilik yaptı? Bir de Allah yolunda bir iş yapmak için içtima etmek gerekmiyor mu? Organize olmadan içtima etmenin bir mânâsı var mı? Hiyerarşi olmadan bir organizasyonu ideal ya da ampirik olarak göstermek mümkün mü? Ve madem illa ki organize olup yöneticiler (imamlar) tayin edeceğiz cemaatlerimize, ve madem ki bunlar hep ahlaksız olmak zorunda, o zaman nasıl Allah yolunda mücahade edeceğiz? Ayrıca bu bakış, faili nesneye indirgeyen, yapının icaplarına uygun davranmaktan başka hiçbir çaresi olmayan otomata indirgeyen bu bakış tam da faili silen ve böylece dini, siyaseti, ahlakı çöpe atan gerzek kapitalist bakışın ta kendisidir. Ve pek isyankar gençlerimiz arasında da pek yaygındır.

5- Kurumlardan ahlak ve adalet beklememe anlam veremiyormuş. Helal! Müessese dediğini kendinde bir mefhum olarak alırsan, fetişist olursun yavrucuğum. Failin ötesinde olan, onu inşa edip onu teşkil eden bütün failler değişse de değişmeyecek olan bir Ruh'tan (bir müessese ruhundan) bahsetmek fetişist olmak demektir. Bana hesapta diyor ki bu şarlatan, görünene değil, görünmeyene bak, şekle değil muhtevaya bak. Ve gör müessese dediğimiz şeyin her zaman için şeytani olmak zorunda olduğunu. Halbuki bu fetişist yanılsamanın devamıdır. -O değişmediği varsayılan- Muhteva fetişin ta kendisidir. Daha izahat vermeyeyim. Bundan sonrasını biraz okusun da öğrensinler bu şarlatanlar.

6- Dersimde büyük öteki küçük öteki diyormuşum, sonra da bunların teorik rabıtalarına ters düşecek işler yapıyormuşum. Buraya kadar anlattığım zaten büyük Öteki küçük öteki arasındaki ilişkiydi. Ters düşmek ne kelime? Tam da bunlardan hereketle yazmışım zaten.

7- İlim-irfan meselelerinde kimse kimseye hayretmezmiş. Mükemmel! Alimleri paraya boğan Osmanlı'yı ne yapacağız? Şu kadar imam-hatibi, ilahiyatı, medreseyi, Kur'an kursunu hayır sahipleri sayesinde kurmadık mı? Mesele hayır yapılmaması değil. Mesele hayırların yönetici ahlaksızlar tarafından hayırsız kullanılması.

8- “Bilgi'de kimin parasıyla okumuştun ki?” Diğer bütün burslular gibi devletin verdiği bursla okumuştum. Ayıp mı etmişim?

9- “Burada reklamını yaptığın kurumlar bu ilişkilerden görece beri olabilir.” Olabilir ne demek birader? Bir şey biliyorsan yazarsın, bilmiyorsan susarsın. Biri senin hakkında iyi çocuktur dese bir başkası şöyle mi demeli: Bu reklamını yaptığın çocuk şerefsizin teki OLABİLİR?

10- Burada reklamını yaptığın kurumlar bu ilişkilerden görece beri olabilir. Ama yapısal olarak da öyleleler mi sence? Gene yapı demiş arkadaş. Yapısınısöktüğüm.

11- “Kaçak güreşmeyelim.” Daha ne yapayım? İsim vererek ana avrat küfür mü edeyim?

12- “Durduğumuz yeri bilelim, belli edelim.” Durduğumuz yerin İslam olduğu belli değil mi?

13- “Derler ki "Süheyb AKDER'deki ders paralarını istiyor". Blogunun ilk yazısı bu ve böyle mi olmalıydı? O kadar büyük büyük laflardan sonra seviyeyi buraya düşürmemelisin”. Daha ben sana ne diyeyim? Böyle bir yazıyı bile Suheyb parası için nida ediyor diye anlıyorsan, nerenle okudun birader diye sorarlar. Bak sen bunları yazdın, ben senin gibi bir şarlatana cevap verdim. Blogun ikinci yazısı da böyle öyle oldu. İyi mi oldu şimdi?

14- “Yeni Türkiye'nin sana ihtiyacı var, dur bakalım. Haydi” İronine kurban! Paralelcisi, Müslüman alerjiği solcusu, liberalim demokratım diye ortalıkta caka satıp her tür darbeyi destekleyen yavşakları, kompleksten geberen Müslüman anarşisti, solcusuyla beraber bütün Kemalistlerin de size ihtiyacı var. Böyle devam edin aslanım. Hiçbir bok okumayın, ezberleri tekrar edin, yavşaklarla kol kola girin, önünüze gelen herkesle dalga geçin, sonra da böyle ahlaksız ve mal gibi yaşamaya devam edin.


Not: Şarlatanlara verdiğim ilk ve son cevap bu. Şimdi bu şarlatanın blogu vardır, tweeterı vardır, ne bileyim faceboku vardır, yazar, sonra da bana cevap ver diyenler olur diye diyorum. Post-modern dünya muhteşem. Sosyal medyayı hela kapısına dönüştüren bu kadar şarlatanın olduğu bir dünyada saçmalamanın da ahmaklığın da sonu yok. Ama bize bu kadar kafi. Onlara da kafi olur inşaallah.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder