Bendeniz yıllardır serseri bir
akademisyen olarak ortalıkta nal toplayıp duruyorum elhamdülillah.
Hiçbir kuruma ve cemaate angajmanım
olmadı.
Hak-hakikat diyen herkesin yanında
olmaya çalıştım.
Bu minvalde, bizim mahallede girmediğim
çıkmadığım Müslüman cemaat ve STK; tanımadığım bürokrat,
akademisyen, medya mensubu ve siyasetçi kalmadı desem yalan olmaz.
Netice ne mi? Koca bir hayal kırıklığı
ve dinmek bilmeyen bir öfke!
Birkaç misal vereyim de işin
vehametini görün:
Bir dernekte seminer verdim. Tertemiz
üstadlar bir araya gelmiş, insanlara ilim-irfan öğretmeye
çalışıyorlar.
Bu salih insanlar, kendisine çokça
bağış yapılan “Müslüman” bir vakfa gidip, dernekleri için
arsa talep ediyor. Verilecek arsaya güzel bir bina dikip insan
yetiştirelim istiyor. Vakıftaki amcalar da “olur” diyor. Sonra?
Sonra 4 ay boyunca bu arsanın tapusunu
vermiyor vakıftaki Müslüman muhteremler!
Yanlış anlaşılmasın: Bu derneğin
Allah yolunda bir hizmet yapacağına dair bir şüpheleri olduğundan
tapu işini geciktiriyor değiller.
Peki niye geciktiriyorlar? Sebep yok!
“Bugün git yarın gel!”, Hallederiz”, “Bugün çok yorgunum”
gibi kafadan kopartıcı mazaretlerle, her daim ağzını şapırdatan,
nazarını yüzünüze indirmeyecek kadar hayâ sahibi (!) o Allah
yolundaki vakıf görevlisi (!) işi geciktiriyor.
Sanırsın ki yavşak kendi cebinden
veriyor tapuyu!
Vakfa, zengin Müslümanlar ilim-irfan
tedrisatında kullanılsın diye arsa bağışlamışlar.
Gelin görün ki, vakıftaki pek
ihlaslı (!) Müslüman bürokratlarımız, dört ay verdikleri sözü
tutup bağışların Allah yolunda kullanılmasına imkan
vermiyorlar.
Dört ay sonunda da LÜTFEN
veriyorlar. Tabii bu sırada dernekteki üstadların bütün
sinirleri harap, izzet-i nefisleri beş paralık oluyor!
Bitiyor mu? Biter mi hiç?! Sıra
geliyor binayı yapmaya...
Bir sürü lacivert müptelası herif
bir anda topluca hafıza kaybına uğruyor. İnşaata lazım olan
para için verdikleri yardım sözlerinin hepsini unutuyorlar bir
anda.
Bu yüzden dernek başkanı olan alim
dostum, inşaatta kazma kürek çalışmaya başlıyor.
Sonra bir gün, bir zenginin
kendilerine bağış yapacağını öğrenince, sevinçten kendini
kaybediyor, üstü başı çimento adamın yanına koşuyor.
Üstü başı çimento lekeleri olan
bir alim görmenin utancından yerin dibine geçmesi gereken zengin
kardeşimiz ne mi yapıyor?
Hiç tereddüt etmeden alimimizi
azarlıyor: “Hocam bu ne hal?” Biraz kendine çeki düzen ver!”
Vallahi billahi böyle diyor zengin
Müslüman kardeşimiz! Vallahi billahi tallahi!
Ben yarın başımıza taşlar yağsa
“neden yağdı?” demem. Bilakis “neden hâlâ yağmıyor?”
diye merak ediyorum.
Her gün Allah'ın gazabını,
Gezicisiyle, Müslüman'ıyla bağıra bağıra çağırıyoruz be!
Bu arada bu alim dostum hâlâ inşaatta
çalışmaya devam ediyor.
Geçen buluşalım, hasret giderelim
dedik. Bir baktım çorapları yok. Meğer inşaatı su basmış,
çorapları sırılsıklam olmuş, o da çıkartmış. Ayakkabı da
ıslak ama onu çıkartamayacağı için çorapları çıkartmış,
öyle oturuyor.
Bu kadar çok ölmek, yerin dibine
girip de bir daha hiç çıkmamak istediğim başka bir gün
olmamıştır ömrümde.
Bu adam hafız, bu adam sarfa, nahive,
mantığa, belagata, fıkıha, hadise, kelama ömrünü vermiş. Bu
adam abileriyle ticaret yapıp son derece müreffeh bir hayat
yaşayabilecekken karın tokluğuna yıllarca talebe peşinde koşmuş.
Ümmetin ona hediyesi de ıslak
çoraplar, çimento lekeleri, şapırdatılan ağızlar olmuş!
Bir misal daha vereyim:
Türkiye çapında bir üstadım daha
var: Yurtdışında aldığı icazetlerin güzel yurdumda hiçbir
hükmü olmadığı için ancak STK'larda seminer vererek iaşesini
çıkartmaya çalışan bir alim kendisi.
1 sene boyunca bir STK'ya gidiyor,
seminer veriyor. Seminerlerine olan teveccüh olağanüstü. Dolup
taşıyor salonlar.
1 sene sonunda hem çalışmalarının
karşılığı olsun hem de bundan sonraki ilmi araştırmalarında
kendisine ferahlık versin diye STK'nın muhterem yöneticileri
kendisine büyük bir hediye veriyorlar: Saat!
Yanlış duymadınız. Saat hediye
ediyorlar! Seminerlerinden kazandığı paranın dışında beş
kuruş geliri olmayan Türkiye çapında bir alime, 1 yıllık
seminerlerin karşılığı olarak beş para etmeyecek bir saat
veriyorlar!
Bir misal daha:
Merhum bir ilahiyat hocası: Büyük
bir “İslami” televizyondan teklif alıyor Kadir Gecesi program
yapması için. Onbinden fazla dinleyiciyi lüks bir mekanda
topluyorlar, hoca da saatlerce vaaz veriyor.
Organizasyon büyük. Kanalın aldığı
reklamlar da.
Mü'minlerin gözyaşları içersinde
dinledikleri o muhteşem Vaazda on dakikalık bir fasıla oluyor. İki
tane “profesyonel semazen” piste çıkıp dönüyor.
Neyse... Program sonunda merhum
hocamıza adi bir gömlek hediyor kanaldakiler.
Hoca için mühim değil. “Geceden
elde ettikleri hâsılâtı zaten Allah yolunda kullanıyorlardır”
diye düşünüyor.
Fakat sonra öğreniyor ki “profesyonel
semazenler”e onar bin lira para vermişler. Kahroluyor!
Ha bu sırada bu hocanın dişini
yaptıracak parası da yok (o dönemde sağlık sigortası işleri
bugünkü gibi ıslah edilmiş değil)!
40 sene dirsek çürütmüş, sonra
dişini yaptıracak parayı bile temin edememiş bir kahraman
kendisi!
Ve profesyonel rakkaslar ondan çok
daha kıymetli Müslüman kanalın Müslüman yöneticileri için.
Son misaller de fakirden:
Başörtülü kadınlar için mücahede
eden bir dernekte seminer veriyorum. Seminerlerime olan teveccüh
büyük. Seminer başı 100 lira para veririz demişler.
Parasızlıktan garsonluk yapmayı
düşündüğüm zamanlar bunlar. Hiç düşünmeden “eyvallah”
demişim.
3 boyunca devam eden 12 tane seminer
bitiyor, aradan aylar geçiyor, ama bir Allah'ın kulu arayıp da bu
fakire “hocam paranızı şu zamanda yatırıyoruz” demiyor.
Demediği gibi yatırmıyor da.
Halbuki seminerlerin başında demişim
ki: “Bir sıkışıklık olursa hiç para da vermeyebilirsiniz.
Yeter ki önceden haber edin! 'Hiç veremeyeceğiz', '1 sene sonra
vereceğiz' deyin, '1 ay sonra' deyin ama önceden haber edin. Bu,
Müslümanlık alametidir. Bu, hakşinaslık alametidir. Bu, hocaya
ve ilme verilen hürmetin alametidir. Bu, insanlık alametidir!”
O kadar bunalıyorum ki sonunda mail
atıp kendilerinden parayı talep ediyorum. Maili attıktan sonra da
3 ay kendime gelemiyorum. Bir hocayı Müslüman bir dernek nasıl bu
hale sokar? diye
düşünmekten kahroluyorum.
Bu meş'um hatıraları hatırlayınca
daha fazla yazacak takatim kalmadı. Şadece şu kadarını ilave
edeyim:
Şu zamana kadar, her biri Türkiye
çapında 10 taneden fazla STK'da ve başkaca Müslüman
müesseselerde seminerler verdim, vazife aldım. Ve kahir
ekseriyetinde, izzet-i nefsimizi beş paralık eden onlarca
tecrübelerin faili olduk çok şükür!
Talebeler hep el üstünde tuttular
fakiri sağolsunlar. Ama yöneticiler! Nazarlarında it kadar bile
hükmümüz olmadığını her şekilde izhar etmeyi başardılar.
Kendilerine Allah yolunda bir iş
yapsın diye seferberlik derecesinde destek veren bir-iki salih
siyasetçinin, bir-iki salih bürokratın, bir-iki salih zenginin
aksine, Allah'la peygamberle hiçbir işlerinin olmadığını,
ilim-irfan meselelerinin kendileri için -hâşâ- âdî bir
dedikodudan ibaret olduğunu tekrar ve tekrar ispat ettiler bizlere.
10 senenin sonunda elimde üç tane STK
kaldı şimdi. İlimevi, İlem ve Sakarya'daki Fikir-Sanat Vakfı.
Allah onlardan razı olsun!
Şöyle bitireyim: Bu memlekette -az da
olsa- (hakiki) hoca var, talebe var, zengin var, siyasetçi var. Ama
ilim-irfan yok! Şekeri, yağı ve unu bulup da hâlâ helva
yapmamakta ısrar eden, o Müslüman STK'ların ve diğer kurumların
ahlaksız yöneticileri! Ateş sizi çağırıyor!
28 şubat sürecinde Müslüman bizler arslandık şimdi makamların güzellinde, yumuşak koltuklarda, vakıflar da dernek lerde koltum gitmesin makamım gitmesin derdinde ama Allah ın ayetini haykırma yagelince kafa kumda bizim mahallenin müslümanları
YanıtlaSil