Ahmet
Çiğdem'in -bütün aşağılamalarına rağmen- kıymetli olduğuna
inandığım yorumunun tamamına cümle cümle giderek cevap vermeye
çalışacağım. Türkiye'de küfür yemeye o kadar alışmışız
ki biri küfür etmeden, akademik perspektifi olan bir yorum yazdığı
zaman bizim için çok kıymetli oluyor. Normalde pazartesi günü
cevap yazacaktım. Baktım, bir nefeste yazıyorum, yazayım dedim.
Yazdım. Buyrun.
““Sol
yoktur” başlıklı yazınızın, gerçekte “solda bir siyaset
teorisinin olmadığı” iddiasını dile getirmeyi amaçladığını
görmekle birlikte, bu iddianın tam da, “sol yoktur” ifadesini
yanlışladığını, aslında, “sol varolduğu için”,
“sosyalizm ve/veya komünizmde” bir siyaset teorisinin gelişkin
bir biçimde temellendirilmediği ampirizmini öne çıkarma
kurnazlığına prim bile vermek istemem, değil değer—yine de bu
ampirizmi görmezlikten gelmek doğru bir tutum olmasa gerektir.”
Birincisi
“sol yoktur” derken “sol”a yüklenen o mahut mânânın/amacın
-cari ideolojik konstelasyona, baskıcı iktidar yapılarına,
“emperyal” küresel düzene hem teorik hem de pratik olarak karşı
çıkmak- saçma ya da imkansız olduğunu kastetmiyorum.
Bilakis
bu her zaman mümkündür. Böyle bir imkan her zaman için vardır.
Lafı “mümkün”den “imkan”a bilerek getirdim. Zira imkan
dediğimiz şey her zaman için kendi mahrumiyetini (steresis) yani
imkansızlığı -tabiri caizse- “performe” eder. İmkan
(dunamis) kendi nakizini (adunamis) bize paradoks olarak zuhur edecek
şekilde kendi içine alır. İmkan aynı zamanda imkansızlıktır.
Buraya kadar Aristoteles'in Metafizik'ini konuşmuş olduk.
Neden
mi? Zira “sol”un imkanından bahsetmeden evvel aslında câri
düzenin imkanından bahsetmemiz gerekir. Câri barbar düzen mümkün
olduysa, gayr-ı kapitalist ontolojilerde bastırılmış o kendisini
mümkün kılan imkanlar fiile dönüşmüş demektir. Demem o ki,
nasıl ki câri düzen sabık düzende bir imkandıysa, yarın da bir
imkansızlık olarak tahakkuk edebilir. Dedik ya imkan imkansızlığı
da içine alır, kapitalizmin imkan şartları da aynı zamanda onun
imkansızlık şartları olarak tahakkuk edebilir.
Bendeniz
soldan önce esasen büyük Öteki'nin varolmadığına, yani mevcut
simgesel düzenin -Kemalizm, kapitalizm, emperyalizm, muhafazakarlık,
apartheid vs.- mutlak olmadığına inanırım. Şayet bunların
hepsine birden “sağ” diyeceksek, yani status quo'yu,
halihazırdaki simgesel düzeni “sağ” olarak isimlendireceksek,
o zaman sağın tam da bir fantezi olduğunu kabul etmek
mecburiyetinde kalırız.
Bu
da bizi, dünya “sol”unun (Türk solunun değil, zira onlar
sadece İslam düşmanı, bu düşmanlık için Koç'tan kumanya
almaya bile hazır) tam da o muhalafet ettiği câri ideolojik
düzenin semptomu olduğunu ispat etmeye sevkeder. Daha sarih bir
ifadeyle, şayet câri düzenin muhafazasının müdafaasını yapan
“sağ” ise, ve “sol”da bu düzeni iptal etmeye “kastetmiş”
olan ise, o zaman “sol” “sağ”ın semptomudur demektir.
Bakın
bu durumda bile sol diye bir şeyin olmadığını kabul etmek
mecburiyetinde kalırız. Zira semptom kendinde bir cevher olarak,
muhtevası müspet bir kendilik olarak “var” değildir. Daha
ziyade, kendisini Yasa'yla olan diyalektiğinde vaz eder. Müspet bir
kendilik olarak var değildir semptom ama tahakkuk ettiğinde o dahil
olup ait olamadığı Yasa'yı (konumuz açısından “sağ”ı,
“düzen”i vs.) askıya alma kudretini de haizdir.
Ezcümle,
sağ olsa olsa bir fantezidir, “sol” ise “sağ”ın
semptomudur. Benim asıl sıkıntım, teorik “sol” geleneğin
“sağ”ın, kendi iç antagonizmasının semptomlar olarak tezahür
ederek kendisini pratik olarak yıkmasını beklemenin ötesinde
pratik bir siyasetin teorikleştirmesini yapamamasıdır. Ve pratikte
“sol” olarak isimlendirilen -komünist, sosyalist- hareketlerin
de kendinden önceki “sağ”dan bile beter bir duruma sebep
olması, o nefyettiğini iddia ettiği sağdan daha fazla “sağcı”
hale gelmiş olmasıdır.
“Hele
hele “sol” kavramının, gösterdiğinden çok gizlediğini ve
artık, solla, sosyalizmin ve komünizmin özdeşleştirilmesinin
çocukca bir tutkuyu imâ ettiğini belirtmek isterim. Siz sola
bakmaktan, sosyalizme ve komünizme bakmaya fırsat bulamıyorsunuz.
Buna devam edebilirsiniz.”
Açıkçası
sosyalizm ve komünizm ile sol arasında bir tefrik-temyiz
yapıldığını ilk defa duyuyorum. Hocadan önce böyle bir temyizi
yapan var mı bilmiyorum ama varsa bile söylemlerini
kanonikleştiremedikleri kesin.
Diyelim
ki böyle bir temyizde bulunduk. Bu durumda şunları söylemem
gerekir. Birincisi benim yazımda pratik komünizme ve sosyalizme
dair hiçbir tenkit yoktu. Zira bendeniz bu pratiklerin de başta
Marx olmak üzere (bütün teorik) “sol”la uzaktan yakından
alakası olmadıklarını düşünüyor, ve bu yüzden bunları
tenkide değer bile bulmuyordum. Kaldı ki ampirik “sol”
üzerinden “teorik” “sol”a çakmanın da çok adice olduğunu
düşünmüşümdür hep.
Ahmet
Hoca beni bu noktada çok şaşırttı. Bugün “sol”cuların bile
müdafaasını yapmaktan imtina ettikleri sosyalizme ve komünizme
bakalım diyor. Ve benim bakmadığımı söylüyor. İşin kötüsü
ömrüm Nazist, Maoist, Stalinist ve Kemalist yapıları araştırmakla
geçti. Bakmamak ne kelime? O kadar bakmışım ki artık bunlar
aklıma geldiğinde midem bulanıyor. Neden olduğuysa izahtan
vareste.
“Sosyalizmin
bir siyaset teorisine sahip olmadığı iddiası, bir çok kereler ve
muhtelif isimlerce sahiplenilmiştir. Perry Anderson, Batı Marksizmi
üzerine yazdığı kitabında hatta, bu iddiayı, kitabın temel
argümanı olarak benimsemiştir.”
Birincisi
ben sosyalizmin değil onu da kapsayacak şekilde bütün bir “sol”un
, kendine “sol” diyen her failin teoride kısa devre verdiğini
iddia ediyorum. İkincisi Anderson'la bendenizin argümanları çok
farklı. Anderson Frankfurt Okulu, Althusser, Lukasc gibi
teorisyenlerin en büyük sıkıntısının, o dönemin sosyalist
hareketlerinin (başta sovyetler) başarısızlığa uğramasından
sonra yalnızca teoriyle iktifa etmeleri ve bu suretle sınıf
mücadelesinden ve bu mücadelede taraf olmayı vaaz eden Marx,
Lenin, Luxemburg gibi pratik derdi olan “otantik” solculardan
kopmaları olduğunu söylüyor.
Halbuki
bendeniz bu isimlerden bile -kapitalizmi bertaraf etmiş ya da
edebilecek- bir pratik siyasetin çıkmadığını iddia ediyorum.
Neden mi? Birincisi Marx'ta tek bir müspet teklif yok. Sırf bu
durum bile, ona referans yaparak söylem ve pratik ihdas eden bütün
entelektüelleri krize sokar. Müspet bir teklif getirdikleri anda
Marxist değildirler. Devrimi beklemeyelim diyen Luxemburg da buna
dahildir, Lenin de. Bence Marx'a referans yaparak siyaset yapanların
tümü Marx'ı nakzeder. Ama bu kötü bir şey değildir. Belki
sorunlu olan Marx'tır. Bahs-i diğer. Ama siyaset ihdas edelim diyen
bu gibi isimler de hem pratik hem de teorik olarak başarısız
olmuşlardır.
“Gelgelelim,
bu bir siyaset teori yokluğuna ve zaafına yol açmadığı gibi,
önce Lenin’le parti ve cadre anlayışı, sonra II. Dünya Savaşı
konjönktürünün neredeyse zorladığı ve sonrasında bütün
Komünist Partileri en azından bir yere kadar “vicdanen”
bağlayan tek ülke sosyalizmi pratiği, sosyalist enternasyonellerin
ve beynelmilel işci hareketinin gelişim tarihi içerisindeki
tartışmalarla birlikte kılı kırk yaran siyasal çatışma ve
anlayışları belgelediğini dikkatinize sunarım.”
Bu
konuda hiçbir şüphem yok. Müthiş bir kriz var, müthiş bir
teemmül var. Fakat mesele o ki, günümüz açısından netice yok!
“Sadece
Lenin ve Troçki’nin Rusya özgüllüğünden çıkarak yazdıkları
bugün bile bir siyaset teorisinin öncüllerini kurmak bakımından
eşsiz veriler sunmaktadır.”
Ben
de aynı kanaatteyim. Bilhassa Troçki’nin fikirlerine çok
ehemmiyet veririm. Ama yine aynı mesele: İyisiyle kötüsüyle
Lenin öldü, Stalin geldi, her şey daha da mahvoldu, sonra da
meşhur “sol” teorisyenlerin neredeyse hepsi Troçki'nin
Stalinizm tenkitlerinin tamamını sahiplendiler ve hep bu tenkitleri
dallandırıp hiçbir teklif getirmeden konuşmaya devam ettiler.
“Sizin
bütün bunları bilmiyor oluşunuz, yahut biliyor ve fakat
önemsemiyor oluşunuz, solipsizminizi güçlendirir belki ama sizi
haklı ve doğru kılmaz.”
Hocanın
neden böyle söylediğini tam anlayamadım. Bendeniz Lenin'in de
Troçki'nin de çok kıymetli fikirleri olduğunu düşünüyorum.
Fakat pratik tekliflere geldiğinde, ikisinin de başarısız
olduklarını müşahade ediyorum. Zira teklifleri yanlış yerden
getiriyorlar. Her ne kadar Troçki'nin Stalinist yapıyı
demokratikleştirme çabası çok kıymetli olsa da sonunda kendisi
“Marxist”-Leninist- çizgide kaldığı için başarılı
olamıyor. Daha önce de dediğim gibi Lenin de Troçki de Marxistim
derken yalan söylüyorlar, şayet bu Marxizm yalnızca Marx'ın
pratik ispat etmeyen teorik analizlerini sahiplenmek demek değilse.
Diyebiliriz ki Lenin de -birkaç istisnayı dışarıda bırakırsak-
Troçki de Lenin üzerinde uzlaşıyorlar. O zaman Lenin'i konuşmak
lazım. Bu kıymetli bir tartışma olabilir. Ama şimdilik bunu
tehir ediyorum, zira çok mesele çok uzun. Yalnızca şu kadarını
söylemekle iktifa edeyim: Lenin'in bugün teori dünyasındaki en
ateşli savunucusu olan Zizek bile Lenin'den hareketle müspet bir
siyasa teklif edemiyor.
“Sadece,
Balibar’ın egaliberte kavramı bile (maalesef Ranciere değil)”
Ranciere
kısmında egaliberte'yi sehven yazdım. Hoca düzeltmiş sağolsun.
Ama malum, psikanalizde bu tür “lapsus”lara çok ehemmiyet
verilir. Tesadüfi olmadığı düşünülür. Nitekim benimki de
öyle oldu. Ranciere'in anahtar kavramı mesentente. Lyotard'ın
differend'ine karşılık gelir. Bunu yazmam lazımdı. Ama kafam
egaliberte'ye gitmiş. Zira yazının giriş kısmında Balibar
demiştim ama yazı boyunca bir daha Balibar'ı yazmamışım.
Kafamda Balibar'ı da yazmak varken Ranciere'i yazınca böyle bir
hata olmuş. Diğer taraftan Ranciere ve Balibar arasında çok sıkı
rabıtalar var. Bilhassa egaliberte meselesinde: Ranciere'e göre
“polis” ile “kısımsız kısım” arasında bir antagonizma
var. “Kısımsız-kısım” boş bir küllilik referansıyla
polis'in semptomatik fazlası olarak tahakkuk ediyor. İşbu boş
külli Balibar’ın egaliberte dediği, bütün konuşan varlıkların
özgürlükteki eşitliğini vaz eden ilkenin ta kendisidir. Demem o
ki egaliberte demişim ama çok da kötü olmamış sanki. Devam
edelim:
“Sadece,
Balibar’ın egaliberte kavramı bile (maalesef Ranciere değil)”,
münhasıran eşitlik paradigmasına bağlı geleneksel sosyalist bir
siyasal kavrayışın çıkmazlarını bir kere daha vurgulamak
açısından oldukça işlevsel olmuştur- sizin olmadığını
sandığınız, siyaset kavrayışı için, bu tek örnek olmasa
gerektir.”
Ya
hoca beni anlamamış ya da ben kendimi anlatamamışım. Kuvvetle
muhtemelen ikincisi. Bendeniz yazıda saydığım isimlerden pratik
siyasete dönük hiçbir teklif gelmediğini söylemiyorum. Câri
siyasi düzende tek mesele kapitalizm değil. Irkçılık,
milliyetçilik, statücülük, nepotizm, ulus-devlet, küreselleşme,
çevre felaketleri vb. pek çok mesele mevcut. Ama “sol” teori
Marx'tan itibaren meseleyi temel olarak kapitalizm olarak vaz
etmiştir. O zaman ben de kendilerinden temel olarak bu hususta bir
teklifte bulunmalarını, -totaliter-otoriter-segregasyonist
yapılardan önce- münhasıran kapitalizmi (hakikaten) yıkacak bir
siyasa geliştirmelerini ve bu minvalde teklifte bulunmalarını
talep ediyorum. Yoksa Zizek'e gidin bakın, milliyetçiliğin,
ırkçılığın anasını pratik seviyede ağlatacak teklifleri
olduğunu görürsünüz. Ama her kitabında meseleleştirdiği
kapitalizme karşı tek bir teklifi yok.
“Nitekim,
andığınız isimler, sizi tatmin edecek bir siyaset teorisi
geliştirmese bile, sizi “eğitmeyi” başarmış gözüküyorlar.
Söylediklerinizin haksız, yanlış ve demagojik olduğunun en büyük
kanıtı, şahsınızın düşünsel varlığı değil midir?”
Ona
ne şüphe! Ben yazımda zaten bunu yazmışım. Demişim ki bu
adamlar cari düzenin tahlil ve tenkidini nefis yapıyorlar. Ben de
kendilerinden çok istifade ettim. Doktoramı da temel olarak bu
isimler üzerine yaptım. Ama iş kapitalizme karşı -onu yıkacak-
bir siyaset teklifine gelince, hepsinin ıslık çalmaya
başladıklarını görüyorum.
“Siz
bunlarla değil, Star, Yeni Şafak, Sabah, Akşam, bilmem hangi tv
kanallarındaki ağabeyleriniz ve arkadaşlarınızla varolmak
istiyorsanız, bu sizin seçiminiz, buna bir şey diyemem. Onlar
sizin “arzuladığınız” siyaset teorisini zaten
geliştirmişlerdir belki.”
Keşke
hocanın kıymetli yorumu burada bitseydi. Ya da bu şekilde devam
etmeseydi. Sessiz kalmayı tercih ediyorum.
“Bu
ülkede düşünceye yönelik düşmanlığın bir kere daha sizin
şahsınızda tescil edilmesinden üzüntü duyduğumu belirtmek
isterim.”
“Câri
ideolojik konstelasyonu tahlil ederlerken bizlere heyecandan kalp
krizi geçirtmelerine rağmen” diye yazan birisine bu söylenir mi?
Bu adamların teorik yaklaşımlarına benim kadar hayran olan kaç
kişi vardır bilmiyorum. Sırf bu yüzden doktoramı onlar üzerine
yazmışım. Her makalemde onlara referans yaparım. Benim
saldırdığım fikriyatları değil ki. Anti-kapitalist pratik
siyaset hakkındaki fikirsizlikleri -teklifsizlikleri, sessizlikleri.
“Ne
kadar parlak olursa olsun, bu obskürantizmin sizin tarafınızdan
temsil ediliyor olması, aynı şeyi bıktırıcı bir bayağılıkla
sürdürenlerin ekmeğini elinden alabilir, burada bir yarar var;
bunu da belirteyim.”
Şunu
mu söylemek istiyor hoca acaba? Senin gibi bir AKP yalakası böyle
şeyler yazdığında bir taraftan iyi oluyor, zira AKP yalakası
olmayanlar senin gibi bir adam olmak yerine sahih bir entelektüel
olmanın ne kadar zaruri olduğunu idrak edebilirler?
Bu
arada obskürantizm nereden çıktı anlamadım. Yazı çok net. Sol
sadece teoriden ibaret, ve bu teori pratik bir siyasa teklif edemiyor
diyor. Tersine yazı biraz fazla “açık” oldu bence.
“Kardeşce
tavsiyem, olabilirse eğer, bu lafazanlıklara müracaat etmemenizin
biyolojik ve ideolojik sağlığınız açısından önemli olduğu
istikâmetindedir.”
Biyolojik
sağlığım?
“Bu
notu yazmamın amacı şudur: müslümanların son yıllarda,
sosyalizmi ve komünizmi teorik ve pratik olarak azımsamaya,
değersizleştirmeye ve önemsizleştirmeye ayırdıkları enerjinin
beyhude olduğunu söylemek.
Tanrı
yardımcınız olsun, yine de.”
Ben
dünyada -Vattimo'nun hermenotik komunizmini saymazsak-sosyalizmi ve
komünizmi -ben de komünistim, ben de sosyalistim! demek dışında-
yücelten, bunların ne kadar da isabetli siyasetler olduğu hakkında
kitaplar yazan hiçbir “sol” entelektüel bilmiyorum.
Müslümanlardan önce “solcu”lar değersizleştirdiler bunları.
Ve Müslümanlarla ne kadar alakanız var hocam bilmiyorum ama gidin
bakın Müslüman gençlere, STK'lara. Hepsi sabahtan akşama kadar
Marx'tan Zizek'e kadar bütün “sol” teorisyenleri okuyorlar. O
kadar ki “solcular”ı bile geçtiler. Allah hepimizin yardımcısı
olsun, Ahmet hocamın da ideolojik ve biyolojik sağlığını
korusun.